Sayfalar

14 Haziran 2018 Perşembe

NURİ BİLGE'Yİ VE AHLAT AĞACI'NI NEDEN SEVDİM?


Bir film çekersem derdimden çekerim. Nereden kırıldığımı, insanoğluna kendisinin ne halt olduğunu göstermek için çekerim. 

Karşımda insandan intikam alan bir eser bulduğumdan ötürü sevdim Ahlat Ağacı'nı. Özellikle bu filmle ve Kış Uykusu'yla bana kendi çektiğim filmi izliyormuşum gibi hissettirdiği için sevdim Nuri Bilge'yi. Giydiği kazak için sevdim. Toplumu korkunç derecede iyi tanımasından, gözlem yeteneğine duyduğum saygıdan, ortaya koyduğu işle bizi de, kendini de çok iyi eleştirdiğinden sevdim.

Üzerine yazılanları okumadan izledim Ahlat Ağacı'nı. Pazarlanmasına gerek duymadığım, zaten izleyeceğim bir filmdi çünkü. Sevdiğim yönetmenlerin filmi çıkınca hakkında ismi ve afişi dışında bir şey bilmeden perdeyle baş başa kalırsam bana özel bir hediyeyi kutusundan çıkarır gibi hissederim.

Mesela ismi ve afişi dışında bir de fragmanını biliyordum bu filmin. Keşke o fragmanı izlemeseydim dedim, özellikle de filmin son sahnelerine geldiğimde dedim bunu. Çünkü fragmanı; filmin bekaretine zarar veren, konulmasa çok daha iyi olacak bir sahne içeriyordu.

Diğer yandan, bir sonraki sahneyi tahmin ederek izlediğim bir filmdi zaten. Bu normalde film için olumsuz bir şeydir ama burada elbette öyle değil. Derdinize ortak birini bulduğunuzda onunla dertleşirken heyecanlanıp birbirinizin ruhuna çok yakın laflar edersiniz hani, karşınızdaki kişi daha dile getirmeden ne diyeceğini hisseder, bilirsiniz. Aynı anda aynı cümleleri kurarsınız. Film boyunca yüzümdeki gülümsemenin hiç eksik olmaması bu yüzdendi.

Ahlat Ağacı'nın üzerine yazılanları şu an da okumuş sayılmam. Bu yazılanların çoğunun filmden çok uzak, yüzümdeki tebessümü benden almaya çalışan çok yorucu şeyler olduğunu adım gibi biliyorum zira. Ahlat Ağacı bana kalsındı, kime ne'ydi. "Seni herkes bulmasın, sende kendini bulacak olan bulsun seni." diye bir cümle kurmuştum bir ara. Öyleydi işte.

Hayatımıza kamera koyan bir film belgesel olur. Ahlat Ağacı'nda kamera konduğunu hissetmiyorsunuz, bize direkt ayna tutuluyor. Belgeselden daha gerçek o yüzden. Zaten bildiği şeylerin kendisine gösterilmesini neden sever insan? Gerçekten korkmadığı için.

Dileyen sinemaya gülüp eğlenmek, güzel vakit geçirmek dışında bir amaç taşımadan gitsin. Ulaşamayacağı janjanlı hayatları pazarlayan yalan dünya filmlerini izlesin. Ortalık 'tüketilmek' üzere çekilmiş bu tarz ticari filmlerden geçilmiyor zaten, seçenek bol. Film orada biter ve "Paramıza değdi" rahatlığıyla çıkarsınız salondan.

Bittikten sonra da devam eden, verdiği ilhamla günlerce, aylarca ve belki de bir ömür sürecek etkisi olabilen filmler de var ama. Özeleştiri yapmaktan, utanmaktan ve kendini hizaya çekmekten çekinmeyen insanlar da var bu dünyada. Sayıları çok az ama varlar yani. Ve onlar böyle filmleri seviyor, diğerlerinin anlamadığı bu filmleri gerçekten anlayabiliyor. Ve filmi anlamamaları üzerinden boşboğazlık edip anlayanları hor görmeye çalışanlar kadar tepeden bakmıyorlar bu topluma.

Karşındaki filmde aile içindeki halin, tavrın var. Telefonda arkadaşınla yaptığın muhabbet var. Her sokakta rastlayabileceğin bol küfürlü çiğ cümleler var. Fakat sen, bir anda hiç olmadığın kadar kibarlaşıp filme küfürlü oluşu üzerinden eleştiri getiriyorsun mesela. Film bunları gösterirken durum bu olduğu için gösteriyor, övmek için değil. Samimi izleyici bunlardan rahatsızlık duyup başkasının adına olduğu gibi kendi adına da utanır. Başkasını değil, evvela kendini düzeltmeye uğraşır. Ama siz kendiniz dışında herkesle kavgalı olan biriyseniz ahlakçı kesilip öfkelenirsiniz sadece. Yönetmeni de, filmi sevenleri de toplumdan uzak belleyip 'entel' diye yaftalarsınız. Bunu, toplum gerçeklerine olan uzaklığınız bir yana, kendine bile kilometrelerce uzaklıkta olan biri olarak yaparsınız.

Kimse yanlış filme gitmesin, bunu hiçbirimiz istemeyiz. Bu film izlediğimde bana, anneme ve babama yaptığım saygısızlıkları gösterdiyse, salondan çıktıktan sonra göğsüme oturan bir yumrukla gezmeme sebep olduysa doğru filme gitmişim demektir. Bu film anlayabilene aileye karşı sergileyeceğimiz doğru davranışı da anlatıyor, rahmeti, bereketi de anlatıyor.

- Yazının bundan sonrası filmin içinden bir şeyler içerir. -

Baba karakteri beni iki yerde ağlattı. Köpeğine olan sevgisiyle, "Bir tek o beni suçlamıyor." şeklindeki o cümlesiyle.. Mesela Sinan, insanları sevmediğinden bahsediyor ve beylik laflarıyla bunun altını dolduramıyor. Sinan'ın o bütün bilmişliği yapay. Babaysa sahici bir karakter. Kaba saba görünse de zarif, iyi niyetli. Ve asıl baba karakteri insanlardan bıkkın. Bunu Sinan gibi kibirle dile getirmiyor, yaşayarak gösteriyor. Doğaya, hayvanlara sığınarak. Köyde kendine yalnız yaşayacağı bir alan inşa etmek üzere çabalayarak. Evden çok orada vakit geçirerek.

Haksızlığa uğramasına, suçlanıp incinmesine rağmen insanları incitmiyor. Bir kumarbazlığı var ama onu buradan suçlayan Sinan ondan daha masum değil. Hatta bence şerefsizin teki. Sinan'da beni görenler oldu mesela. Ölsem yapmayacağım şeyleri yapıyor. Ama geri kalan yerlerde ben de gördüm elbet kendimi. Rahatsız oldum, kendimden utandım.
Filmdeki tüm karakterlerde bir parça varız. Çünkü filmdeki tüm karakterler insan. Başkalarına hunharca haksızlık edenlerin dünyasında mesele tam olarak da bu mesajı vermekte.

Sinan'ın kitabı çıkarmak isteğiyle kapısını çaldığı tiplerin kofluklarını, o imamı, o yazarı, hepsini gerçek hayattan öyle iyi tanıyorum ki...

Nuri Bilge'nin yine göze sokmadan kullandığı zarif detayları, izleyicinin yorumuna bıraktığı yerleri çok seviyorum. Mesela kitapçıdaki diyalog sürerken başlayan bir yağmur gösterir bize. Genç bir kız kitapçıya atar kendini. Daha sonraki sahnelerde de bir daha görünmez o kız. İlk başta yazarla buluşmaya geldiğini sandım, sonraysa başka türlü kitapçıya yolu düşmeyecek, sadece yağmurda ıslanmamak için oraya kendini atmış biri olduğuna kanaat getirdim.

Başlayan yağmur az önce masadan kalkacağını söyleyen adamın masada oturmayı sürdürmesinin sebebiydi. Karşısındakini daha fazla dinlemek için değil de, yağmurda ıslanmamak için oturmayı sürdürüyordu. Nitekim yağmurun dinip yüzlere güneş vurduğunu görürüz sonra ve öyle kalkar o adam yerinden.

Sinan'ın parasını kimin çaldığını da daha ilk andan hissetmiştim. İlk anda hissetmeyenler için de ergen kız kardeşinin o aşırı tepkisi yardımcı olmuştur.

Son olarak, Ahlat Ağacı'na dair gördüğüm olumsuz taraf şuydu: Filmdeki insanlar bazen çok uzun cümlelerle ve soluksuz olarak kitap okur gibi konuşuyor. Bu da filmin geneline yayılan doğallıkla örtüşmüyor. Yani filmde günlük dilin kullanıldığı birbirinden gerçek konuşmalar varken ansızın karşımıza çıkan bu kusursuz cümleler sırıtıyor, ikisi bir yürümüyor.

3 yorum:

  1. Adsız17.9.18

    diğer yazıyı neden sildiniz?

    YanıtlaSil
  2. Adsız18.12.18

    %97 sine katıldığım içten ve güzel bir bakış olmuş.
    Nuri Bilge'nin son filmleri beni de özellikle gözlemlerinin gerkçeliğine hayran bırakıyor.

    Önümüzde kendi sinemamızdan, kültürümüzden de böyle örnekler varken bize de nasip olur inşallah böyle işler ortaya koymak.

    YanıtlaSil
  3. HARİKASIN ALPASLAN CAMBAZ. İNNA LİLLAHİ VE İNNA İLEYHİ RACİUN.

    YanıtlaSil