Sayfalar

15 Temmuz 2013 Pazartesi

NAMAZ KILMAK

İnsanoğlu dünyada mühimmiş gibi görünen birçok şey için zorlar kendini. Hiç canı istemese de yıllarca test çözer, bir üniversiteye girebilmek adına zorlar. Sevmediği meslekte çalışır, para kazanmak için zorlar. Sevdiği kabul etmez, onun olmak için zorlar. Fakat bütün bunların yanında; dünyadaki huzur ve güç kaynağı, ahiretteyse sorulacak ilk sual olan namaz için mümkün olduğunca zorlamaz kendini. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çabalayıp durur da, yarın ölecekmiş gibi ahiret için pek bir şey yapmaz. Tembelliğinin farkındadır aslında ama gönlünü rahatlatmak için lafı çoktur. "Benim kalbim temiz" diyerek farzı yok sayar, üstüne bir de Rabbinden iyi muamele bekler mesela. Peki hiç çalışmayıp iyi niyetli biri olduğunu iddia ederek para talep eden bir işçiye hangi patron istediğini verir şu hayatta? Yüzsüzlük değil midir bu? Gece gündüz çalışan diğer işçilere haksızlık değil midir? Veya "şeytanımı yeneyim başlayacağım inşallah" der mesela. Oysa şeytanı yenince değil, yenmek için başlanmalı namaza. Bir işaret, bir ilham beklemek de boşuna. Zira namazı getiren ilham değil, ilhamı getiren namazdır. Kaynağa yönelmek gerekir ilham için. Hafızayı dinç tutmak gerekir. İnsanoğlu unutur, namazsa hatırlatır. Günde 5 defa yaradanı, amacı, günahları ve ölümü hatırlarsın namaz kıldıkça. Bunlarla meşgul olursun. Günlerce tefekkür edersin, belki de haftalarca... Çabalarsın yani, beklemezsin. Sonrasında da öyle ilhamlar gelir ki kafayı yeme noktasına varırsın. Ne güzeldir ilhamla kafayı yemek!

İlk namazlarından mucizevi bir sonuç beklemekle yanılanlar da vardır. Namaza kendilerini veremediklerinden ötürü daha fazla günaha girdiklerini düşünüp pes edenler... Oysa namazı başladıktan sonra terk etmenin hiç alemi yok. Huşu ile namaz kılmak kolay elde edilebilir bir şey olsaydı değeri kalmazdı. Nitekim huşu içinde namaz kılmanın en zorlaştığı bir çağdayız. Çünkü günümüzde beynimize hücum eden, aklımızı çelen bir çok tuzak mevcut. Daima konsantrasyon eksikliği içinde olmamız ve zor idrak etmemiz bundandır. Namazdan önce imam cep telefonu hususunda uyarsa bile namaz sırasında birbiri ardına çalar telefonlar. Veya giydikleri biçimsiz kıyafetler yüzünden secdeye giderken orası burası açılır bir çoğunun. Niyet edip tekbir almadan evvel o sıra günahlarımızı hatırlayıp bütün kalbimizle teslimiyet duygusu yaşayarak, Allah'tan istiğfar dilemek içtenliğiyle değil de; adet olduğu üzere 3 kere "Estağfirullah!" deriz mesela. Bu hissizlikten kurtulmak için maça çıkmadan önce ısınan bir sporcu gibi namaz kılmadan önce namaza ısınmak gerek. O an, namazın hemen öncesinde meşgul olduklarımızı ve sonrasında meşgul olacaklarımızı kafamızdan atmamız gerek.

Güzel olanı elde etmek için Allah'tan istemek, elde edebileceğimize inanmak ve sabretmek yeter. Mesela ney üflemek de güzeldir. Ama neye başlayan kişi sadece ses çıkarmak için bile uzun süre çabalar. Bu süre kimisi için 1 saat, kimisi içinse 1 haftadır. Sesin ruh okşayan kıvamda çıkması, yani tam anlamıyla bir neyzen olabilmekse herkes için yılların verilmesi demektir. İşte huşu içinde kılınan bir namazı yakalamak da yılların geçmesini gerektirebilir. Ayağımızı yerden kesecek, içimizi titretecek, bizi ağlatacak bir namazı istemeliyiz. Birine aşık olmak kadar istemeliyiz bunu! Allah, namaz kılanı, istemekte ısrarcı olanı sever. Namazsız geçen ömrün Allah'tan bir şey istemeye ise yüzü yoktur.

Namaz; bayramdan bayrama, haftada bir gün cuma veya Ramazan'da teravih değildir. Günde 5 defa kılınandır namaz. Şeytanın en aktif olduğu, uykunun en tatlı bulunduğu bir vakitte kalkıp abdest alarak Allah'ın huzuruna çıkılan bir sabahtır mesela. Ve namaz kılan günlük hayatta birçok kez Allah'ı yanında hisseder. Kılmayansa Allah'ı karşısına almıştır ve yaşamı boyunca O'nun gazabından çekinmeye mahkûmdur. Uğrunda büyük çabalar sarf edilen, namazı daima ertelemeye sebep olan dünya işleri ölüm geldiğinde bütün ehemmiyetini kaybedecek. Müslüman bunu idrak edendir. Bu yüzden, Müslümanım diyen ama namaz kılmayanın ihlasını sorgulayıp korkması gerekir. Ve o korku, Müddessir Suresi'nin ayetlerini okurken daha da hissedilecektir:

"Ancak defteri sağdan verilenler böyle değildir. Onlar Cennettedirler ve günahkârlara, “Sizi bu yakıcı ateşe (Cehenneme) sürükleyen nedir?” diye sorarlar. Günahkârlar şöyle cevap verirler: “Biz namaz kılanlardan değildik, yoksulu doyurmuyorduk, batıla dalanlarla birlikte dalıyorduk, ceza gününü de yalan sayıyorduk. Sonunda bize ölüm geldi çattı.” Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez. Böyle iken onlara (Mekke halkına) ne oluyor ki öğütten (Kuran'dan) yüz çeviriyorlar? Adeta aslandan ürküp kaçan yaban eşekleri gibidirler. Doğrusu, onlardan her biri kendisine özel olarak açılmış sayfalar (ilahi vahiy) dağıtılmasını istiyor. Hayır! Gerçek şu ki, onlar ahiretten korkmuyorlar. Asla düşündükleri gibi değil! Bilsinler ki bu, gerçekten bir ikazdır! Dileyen ondan (düşünüp) öğüt alır. Bununla beraber, Allah dilemedikçe öğüt alamazlar. Sakınılmaya layık olan da, mağfiret sahibi olan da ancak O'dur." (Müddesir: 39 - 56) Şüphesiz, Allah doğruyu söyledi.

Bu yazının üstüne laf söyleyen çıkmamış.

Peki senin diyeceğin var mı azizim?