“İyi ki bilmiyor kalabalıklar
Yağmura bakmayı cam arkasından
İnsandan insana şükür ki fark var
Birine cennetse birine zindan
İyi ki bilmiyor kalabalıklar”
Yağmura bakmayı cam arkasından
İnsandan insana şükür ki fark var
Birine cennetse birine zindan
İyi ki bilmiyor kalabalıklar”
(Sezai Karakoç)
Hayatı "utanmak" üzere yaşayan çocuklar yaratılmıştı. Çekingen büyüdüler. Çıkma tekliflerinde aramadılar sevmeyi. Çıkmazları vardı onların. Sevip de açılamadıkları, yazıp da yollayamadıkları mektuplar oldu. Söylenecek tek sözün birçok şeyi yıkacağını düşündüler. Söyleyemedikleriyle yaşadılar. Fazla duygusaldılar. Sahiciydiler. Seçici davrandılar. Soğudular. Geri çevirdiler. Aldanmak ve oyalanmak istemediler. Ve “nasip” koydular her boşvermişliklerin adını. Gönül meselelerini konuşacakları akıl hocaları bile olamamıştı. Sadece dostların en iyisine, Allah'a anlattılar her şeyi. Kendi kendilerini teskin ederek olgunlaştılar. Kendileriyle barışık oldukları için kendilerine küstüler. Çok dualar ettiler. Çok hayaller kurdular. Çok rüyalar gördüler. Yanıldılar sonra. İşaretlere itimat etmemeyi öğrendiler. Başa gelen her şeyi Allah’tan bildiler. Sonu selamet deyip de sabrettiler. Dertler, davalar yüklendiler. Bunaldılar. Yazarak nefes aldılar. Kutsallarına asla laf söyletmediler. Uzun yollara çıktılar. Tabiata kaçtılar. Merhamet dağıttılar. Genelde tek çocuktular ve illa ki birileri eksikti hayatlarında. Filmlerdeki o birbirlerine arka çıkan kalabalık akraba ortamlarına hep özendiler. Kendilerine miras kalan veya miras bırakacakları arsaları, evleri, bankalarda hesapları da bulunmazdı. Ama birçok bankları vardı mesela. Boğaz kenarındaki veya şehrin tepelerindeki birçok bank onlarındı. Arada başka insanlara kiraya verirlerdi o bankları. Belli bir süre oturup giderdi insanlar. Gariptiler. Hep ezber bozdular. İnsanları bir araya getirdiği için sevdiler çayı. Ağlayarak dinlediler Ahmet Kaya’yı. Aslında şakacıydılar, neşeliydiler. Ama artık bir cenazeydi dünya ve cenazede gülünmezdi. Akılları geçmişte kaldı hep. 21. yüzyılı bir türlü benimseyemediler. Yavaştılar. Mahzundular. Kızgındılar. Onlardan olmayan kimse anlayamadı onları. Onlar da kendilerinden birini buldular mı bir daha kaybetmek istemediler. Çok sahiplendiler. Beraber hiçbir kelimenin güç yetiremeyeceği anlarda buluşmayı arzuladılar. Kafa kafaya verip susmayı, birlikte yaşlanmayı ve belki birlikte ölmeyi istediler. Beklediler. Utandılar. Çekip gittiler…
Hayatı "utanmak" üzere yaşayan çocuklar yaratılmıştı. Çekingen büyüdüler. Çıkma tekliflerinde aramadılar sevmeyi. Çıkmazları vardı onların. Sevip de açılamadıkları, yazıp da yollayamadıkları mektuplar oldu. Söylenecek tek sözün birçok şeyi yıkacağını düşündüler. Söyleyemedikleriyle yaşadılar. Fazla duygusaldılar. Sahiciydiler. Seçici davrandılar. Soğudular. Geri çevirdiler. Aldanmak ve oyalanmak istemediler. Ve “nasip” koydular her boşvermişliklerin adını. Gönül meselelerini konuşacakları akıl hocaları bile olamamıştı. Sadece dostların en iyisine, Allah'a anlattılar her şeyi. Kendi kendilerini teskin ederek olgunlaştılar. Kendileriyle barışık oldukları için kendilerine küstüler. Çok dualar ettiler. Çok hayaller kurdular. Çok rüyalar gördüler. Yanıldılar sonra. İşaretlere itimat etmemeyi öğrendiler. Başa gelen her şeyi Allah’tan bildiler. Sonu selamet deyip de sabrettiler. Dertler, davalar yüklendiler. Bunaldılar. Yazarak nefes aldılar. Kutsallarına asla laf söyletmediler. Uzun yollara çıktılar. Tabiata kaçtılar. Merhamet dağıttılar. Genelde tek çocuktular ve illa ki birileri eksikti hayatlarında. Filmlerdeki o birbirlerine arka çıkan kalabalık akraba ortamlarına hep özendiler. Kendilerine miras kalan veya miras bırakacakları arsaları, evleri, bankalarda hesapları da bulunmazdı. Ama birçok bankları vardı mesela. Boğaz kenarındaki veya şehrin tepelerindeki birçok bank onlarındı. Arada başka insanlara kiraya verirlerdi o bankları. Belli bir süre oturup giderdi insanlar. Gariptiler. Hep ezber bozdular. İnsanları bir araya getirdiği için sevdiler çayı. Ağlayarak dinlediler Ahmet Kaya’yı. Aslında şakacıydılar, neşeliydiler. Ama artık bir cenazeydi dünya ve cenazede gülünmezdi. Akılları geçmişte kaldı hep. 21. yüzyılı bir türlü benimseyemediler. Yavaştılar. Mahzundular. Kızgındılar. Onlardan olmayan kimse anlayamadı onları. Onlar da kendilerinden birini buldular mı bir daha kaybetmek istemediler. Çok sahiplendiler. Beraber hiçbir kelimenin güç yetiremeyeceği anlarda buluşmayı arzuladılar. Kafa kafaya verip susmayı, birlikte yaşlanmayı ve belki birlikte ölmeyi istediler. Beklediler. Utandılar. Çekip gittiler…
Bu yazının üstüne laf söyleyen çıkmamış.
Peki senin diyeceğin var mı azizim?